Ahmet, eski bir arkadaşıyla deniz kenarında yürürken, sessizliğin içinde yalnızca dalgaların sesi vardı. Gök kubbe, mavi tonlarına bürünmüş, ufukta güneş batıyordu. Yanındaki Burak, oldukça karamsardı. Son haftalarda yüzü solgun, bakışları derindi. Ahmet, uzun zamandır onunla konuşmamıştı ama bugün, bu sessiz ortamda biraz zaman geçirmeleri gerektiğini düşündü.
“Ne oldu Burak?” diye sordu Ahmet, yavaşça onun yanına yaklaşıp gözlerini ona çevirdi. Burak bir süre sessiz kaldı, sadece denize bakıyordu. Sonunda, derin bir nefes alarak, “Hayatımda hiçbir şey yolunda gitmiyor. Sanki her şey elimden kayıp gidiyor,” dedi. Ahmet, arkadaşını anlamaya çalışarak ona bir göz attı, ve sonra konuşmaya başladı.
“Burak, bazen hayat zorluklarla dolu oluyor. Ama inan, bu da geçer. Her karanlık gecenin sonunda bir sabah vardır,” dedi Ahmet, gözlerinin derinliklerinden bir umut ışığına yansıyan bir ifade ile.
Burak, başını hafifçe salladı, ama hala karamsardı. Ahmet, içindeki bir şeyi hissetti. Bir süre sessiz kaldıktan sonra, Cemal Süreya’nın mavi rengin anlamına dair söylediklerini hatırladı. Gözlerini denize çevirdi ve “Mavi bir renkten daha fazlası bence, sonu olmayan bir gökyüzü, umut dolu bir deniz” dedi, ve ekledi: “Hayat da tıpkı deniz gibi. Sonsuz, belirsiz ve her zaman umut barındırır.”
Burak, Ahmet’in sözlerini duyduğunda, gözleri biraz daha ışıldadı. Belki de gerçekten deniz gibi, umudu içinde taşıyan bir hayat vardı.